Imam-i
Mâlik Hz.
Imam-i Mâlik Bin Enes
Hazretleri
Büyük dedelerinden biri, Medine-i münevvereye göçüp yerleşmişti.
Babasi Enes, dedesi Malik ve amcasi Süheyl hazretlerini hepsi; hadis-i
şerif rivâyetinde bulunan, bir ilim ve edeb meclisi içindeydiler. Küçük
Mâlik böyle, Islâmi ve ilmi bir muhitte yetişti. Önce, Kur'ân-i
Kerim'i ezberledi! Sonra annesine, ilim tahsil etmek istedigini söyledi.
Annecigi çok sevindi ve ona, en güzel elbiselerini giydirip, sarigini güzelce
sardi. Sonra da: ''Haydi yavrum! Şimdi git ve oku, yaz. Önce meşhûr
âlim, Râbia bin Abdurrahman hazretlerine git. Ondan, edep ve ilim öğren!''
buyurdu. Öyle yaptı ve Hazreti Râbia'dan, rey'e dayalı fıkıh
ilmini ve edeb öğrendi. Daha sonra, Abdurrahman bin Hürmüz
hazretlerine devam etti. Bu husûsta, bizzat kendisi demiştir ki: ''Hocam
ibn-i Hürmüz'ün derslerine, 13 sene devam ettim. Yanından hiç ayrılmazdım.
Ondan öyle ilimler öğrendim ki; bunların bir kısmını
kimseye söylemiyorum! Ehl-i Bid'atı red bakımından ve
insanların ihtilaf ettikleri şeyler husûsunda, hepsinin en
bilgilisiydi!''
İmâm Mâlik ilimi tahsili uğruna, çok fedâkarlıklara
katlandı. Bu yolda her şeyini harcamış, hâttâ evini
bile satmıştır. Hazreti Ömer'in oğlu Abdullah'ın
azâdlısı Nâfi, İbn-i Şihab ez-Zühri ve Said bin
el-Müseyyib (radıyallâhü anhüm) gibi hocalarına; çok saygı
ve gayret gösterirdi. Gene kendisi anlatır: ''Öğle vakti;
Hazreti Nâfi'nin kapısına gidip, beklerdim. Çünkü, Hazreti
Ömer'in ve oğlu Abdullah'ın, bütün ilimlerini biliyordu. Kapıda
beklerken, sıcaktan ve güneşten korunacak bir gölge bulamazdım!
Nâfi dışarı çıkınca, edeble selâm verirdim.
Onu hiç, kırmamağa çalışarak: ''Acaba Abdullah bin
Ömer; şu mes'elede nasıl düşünüyordu?'' diye sorardım.
O da hemen, suâllerimi cevaplandırırdı. Hocası Ehl-i
Beyt'ten Cafer-i Sâdık hazretlerini de şöyle anlatır: ''Hazreti
Ca'fer, çok yumuşak ve güleryüzlü idi. Resûlullah Efendimiz anılınca;
yüzü sararırdı! Onun meclisine, uzun zaman devam ettim.Her görüşümde
ya namaz kılıyordu, ya oruçluydu veya Kur'ân-ı kerim
okuyordu! O takvâ sâhibi, âbid ve zâhid âlimlerdendi. Yanına
girdiğimde; yaslanmakta olduğu yastığı mutlaka,
bana ikrâm ederdi. Abdestsiz olarak hiç hadis-i şerif rivâyet
etmezdi!''
Mâliki Mezhebinin Kurucusu
Abdullah bin Zübeyr şöyle anlattı: ''Birgün İmâm Mâlik'le
birlikte, Mescid-i Nebevi'ye gittik. Biri gelip, selâm verdikten sonra
sordu: 'Ebu Abdullah Mâlik, hanginizdir!' Gösterdik! Boynuna sarılıp,
alnından öptü ve: ''Rüyâda, Sevgili peygamberimizi, burada gördüm!
''Mâlik'i çağır'' buyurdular. Sen geldin. Titriyordun! ''Rahat
ol, Yâ Ebû Abdullah! Otur ve göğsünü aç!'' emrini verdiler.
Emri yerine getirdiği zaman, her tarafa güzel kokular yayıldı!
dedi. Bu rüyâyı işiten, İmâm-ı Mâlik ağladı
ve: ''Rüyânın tâbiri; ilimdir!'' diye yorumladı. İmâm Mâlik
herhangi dini bir mese'lede, hüküm çıkarmak için; önce Kur'ân-ı
Kerim'e bakardı. Bulamazsa, hâdis-i şeriflere! sonra, ümmetin
icma'ına (ittifakına)! sonra da, kıyâs yolunu araştırır
idi. Ayrıca o, Medine ehlinin ittifakını da; müstakil bir
delil kabul ediyordu! Bu yolla çıkardığı hükümlere;
rivâyet yolu veya (Hicâz âlimlerinin yolu) denir. Onun gösterdiği
bu içtihâdlarla amel etmeye; Mâliki Mezhebi adı verilir. Gösterilen
şekilde ibâdet ve amellerini (işlerini) yapanlara da, Mâliki
denir. İslâm dininde inânç ve itikadda ayrılık yoktur! Bütün
Müslümanlar, Resûlullah Efendimizin ve Eshâb-ı Kiramın inandığı
şekilde, inanmaktadırlar. Bunlara, Ehl-i sünnet ve'l-Cemaat
denir. Kısaca, sünni adını alırlar. Müçtehid âlimlerin
içtihad etmelerine; Dinin sâhibi izin vermiştir. Kur'ân'da ve
hadisde açıkça hükmü bildirilmeyen, bâzı günlük
muameleler ve bâzı ibâdetlerinde; böylece Müslümanlara kolaylık
sağlanmıştır. Dört hak mezhebin biri de, onun kurduğu
Mâliki mezhebidir. Mâlikiler daha ziyâde,Kuzey Afrika'da yayılmıştır.Eskiden,
Endülüs (İspanya) ve Hicâz'da da vardı.
Bizzat buyurdu ki: ''İlim, çok rivâyet etmek değildir. İlim,
bir nûr'dur. Allahü teâlâ bu nûru, mü'min kullarının
kalbine koyar!'' Müslümanlar sordular: ''Yâ İmâm! Kendisini
medh'edenlere ne demeli?''
''Bir kimse kendini övmeğe başlarsa; değeri düşer!
''Minâfıkları nasıl anlarız?''
''Mescide gelen münâfıklar, kafesteki kuşlara benzer. Kafesin
kapısı açıldı mı; uçarlar!''
Bir Bayram Günü
Bir, Bayram günüydü! Bayram namazını kıldıktan
sonra Mâlik bin Enes, hocasını ziyârete gitti. ''Herhâlde bugün,
boş vakti olur'' düşüncesiyle; İbn-i Şihab'ın
kapısı önüne oturdu! Hocası orada birini farkedince,
hizmetçisine: ''Kapıda kim var! Git, bak.'' dedi. O da gidip, baktı
ve: ''Kumral yüzlü talebeniz var!'' cevabını verdi. ''Onu
derhal, içeri al! buyurdu. Eve girdiği zaman, hocası yanına
geldi ve: ''Bayramın mübârek olsun! Herhalde evine gitmeden, buraya
geldin!'' deyince, cevâb verdi: ''Evet! Öyle oldu.
''Yemek yemedin, değil mi?'' diye sordu. Cevab vermesini beklemeden,
sofranın hazırlanmasını emretti. O zaman Mâlik (Rahmetullâhi
aleyh) edeble: Efendim! Yemeğe ihtiyâcım yok.'' diye konuştu.
Hocası hayretle sordu: ''Öyleyse söyle bakalım; ne istiyorsun?''
''Bana, hadis-i şerif öğretmenizi.''
İbn-i Şinab hazretleri ferâhlayarak:''Yazı yazacak;
sahifelerini çıkar!'' dedi. Sonra tam 40 tâne; hadis-i şerif
rivâyet ederek, yazdırdı. Talebesi ricâ etti: ''Biraz daha,
Efendim!'' İbn-i Şihab (Rahmetullâhi aleyh) buyurdu: Şimdilik,
bu kadar yeter! Bunları ezberleyip, naklettiğin zaman sen de; 'muhaddis'
olursun.'' Ayrıca 300 Tâbiinden, 600'de onların talebeleri olan
900 hocadan; hadis-i şerif öğrendi. Hazreti Ömer'in,
HazretiOsman'ın, Hazreti Abdurrahman bin Avf'ın, Abdullah bin Ömer'in,
Zeyd bin Sâbit'in (Radıyallâhü anhüm) fetvâlarını öğrendi.
Resûlullah Efendimizi görüp, vahyin gelişini bizzat müşahede
edenlerin rivâyetlerini dinleyip; bu bilgilerle beslendi. Âkaide dâir bütün
ilimleri öğrenip; ''İçtihad'' derecesine yükseldi! Zamanın
en büyük, âlimlerinden biri oldu. Bir hadis-i şerifte şöyle
buyuruldu: ''Öyle bir zaman gelir ki! İnsanlar her tarafı
ararlar; Medine'deki âlimden daha âlim, kimse bulamazlar! Süfyân, Nâfi,
Zührü ittifakla demişlerdir ki: ''Medinedeki âlimden maksad;
İmâm Mâlik'tir.''
Ders Meclisi
İmâm Mâlik derslerini, İmâm A'zam Ebû Hanife hazretleri gibi;
mescidde verirdi! Bu husûsu soranlara, şöyle buyurdu: ''Her isteyen
kimse, hadis-i şerif rivâyet etmek veya fetvâ vermek için mescide
oturamaz! Böyle yapabilmesi için; ilim erbâbıyla ve mescidde
itibarı olanlarla, istişâre etmesi gerekir. Eğer onlar
kendisini, bu işe lâyık görürlerse; ancak o zaman oturup,
ders veya fetvâ verebilir. sonra sözlerine, şunları ilâve
etti: ''İlim sâhiblerinden 70 zât, ehil olduğuma şahidlik
etmedikçe; bizzat mescide oturup ders ve fetvâ vermedim!'' Gerçekten
onların şâhidliğinden sonra; sevgili peygamberimizin
mescidinde (Mescid-i Nebevi) ders vermeğe başladı! Hazreti
Ömer'in oturduğu yere oturur; Abdullah bin Mes'ud'un (Radıyallâhü
anh) oturduğu evde bulunurdu! Böylece o büyüklerin yaşadığı
çevrede, hayatını sürdürüyordu. Diğer âlimlerin
bildirdiğine göre, İmâm Mâlik hazretleri, mescide gelir. Cemâatla
5 vakit namazı kılar ve cenâze namazlarında bulunurdu.
Hasta olanları ziyâret edip, gerekli işlerini gördükten sonra;
tekrar mescide gelip otururdu! İşte bu sırada talebeler ve
ihtiyaç sahipleri etrafına toplanır; herkes alacağını
alırdı. Hazreti İmâmın, iki türlü meclisi vardı:
Birincisi, ders meclisi. İkincisi, fetvâ meclisi. Günlerinin bir kısmını;
hadis-i şerif öğretmeye ayırırdı. İkinci kısmını
da; fetvâ vermeye tahsis ederdi. Bir zaman sonra, rahatsızlandı.
O zaman derslerini, evde vermeye mecbur kaldı. Hac mevsimi dışında
Medineliler; her zaman onu ziyaret edip, müşküllerini hallederlerdi.
Zamanla ziyaretçiler o kadar fazlalaştı ki, hepsini evi almazdı!
Gelenlere sordurur, eğer fetvâ için gelmişlerse; yanlarına
çıkıp mes'elelerini çözüverirdi. Yok eğer, hadis-i
şerif öğrenmek için gelmişlerse önce gusleder, yeni
elbiseler giyer sarığını sarar, güzel kokular sürünür!
Sonra kendisi için hazırlanan kürsüye çıkar hadis-i şerif
dersine huşû içinde başlardı! O mübârek hadisleri anlatırken;
öd ağacı yakılır, ortalığı güzel
kokular sarardı. Derslere gelenler çok olduğu için , kapıcı
tutmuştu! O seslenir: ''Önce hicazlılar, buyursun!''derdi.
Sonra, Şamlılar içeri alınır. Sonra da, Iraklılar
davet edilirdi! Böylece hepsi bitindeye kadar, ders vermeye devam
edilirdi. Gelenler arasında âlimler, âmirler, veliler eksik olmazdı.
Medine'nin En Büyük Âlimi
İmâm Mâlik 50 yıl ders veye fetvâ vermek suretiyle, Müslümanlara
hizmet etti. Bu arada, çok kıymetli talebeler yetiştirdi. Öyle
ki talebelerinin her biri; kendi memleketlerinin müracaat âlimleri
oldular! Üstünlüğü tefsir, hadis ve fıkıh sahasında;
tartışılmazdı! Tefsir ilminde; Garibü'l-Kur'an adlı
eseri vardır. Hadis ilminde yazdığı Muvattâ adlı
eseri; tam bir kaynak kitaptır! Hadis ilminde ''Hüccet'' olduğunda,
ittifak vardır. Buyurmuştur ki: ''Ders gördüğüm hocalarımdan
pek az kimse vardır ki; benden fetvâ almamış olsun!'' Bu sözü
duyan, İmâm Yâfii dedi ki: ''Mâlik hazretlerinin bu sözü aslâ,
öğünmek için değildir. Sâdece, Allahü teâlânın
ni'metlerini bildirmek ve hamd içindir!'' İmâm Zerkâni de buyurdu
ki: ''O, yükseklerin yükseğidir. Aklı kâmil, fadlı âşıkârdır.
Resûlullah (Sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin, hadislerinin vârisidir!
Bizzat kendisi, 100.000 hadis-i şerif yazdı. 17 yaşında,
ders vermeye başladı. Derslerinde bulunanlar, hocalarının
derslerindekilerden fazlaydı!'' Abdurrahman bin Enes (Radıyallâhü
anh) buyurdu ki: ''Hadis-i şerif ilminde şimdi yeryüzünde,
İmâm Mâlik'te daha emin kimse yoktur. Ondan akıllı kimse,
görmedim!''
''Bundan nasıl emin olabilirsiniz?''
''Şöyle ki: Süfyân-ı Sevri, hadiste imâmdır; fakat, sünnette,
imâm değildir! Evzâi sünnette imâmdır; fakat hadiste imâm
değildir! İmâm Mâlik ise, hadiste, sünnette de imâmdır!''
İmâm Şâfii hazretleri buyurdu ki: ''Hadis-i şerif okunan
yerde İmâm Mâlik; gökteki yıldız gibidir! İlm'i hıfz
etmekte, anlamakta ve korumakla hiç kimse; Mâlik (Radıyallâhü anh)
gibi olamadı. Allahü teâlâ ilminde bana hiç kimse, onun kadar
emin değildir! Allahü teâlâ ile aramda hüccet, İmâm Mâliktir!''
Evzai (Radıyallâhü anh) onun adını işitince: ''O, âlimlerin
âlimi. Medine'nin, en büyük âlimi ve Hicaz'ın müftisidir'' derdi.
Ahmed bin Hanbel ise, onun: ''Süfyân-ı Sevri'den, Evzâi'den,
Leys'ten de üstün olduğunu!'' bildirdi. İmâm Şâfii ve
Ahmed bin Hanbel hazretlerinin, onun talebesi olduğunu söylemek büyüklüğünü
göstermeğe kâfidir.
Halifeye Nasihat
Medine Vâlisi nedense ondan, bir içtihâdını değiştirmesini
istedi! İmâm Mâlik, kabul etmedi. Vâli, tekrar tekrar istedi. O da
sırf vâli istiyor diye; içtihâdından vazgeçmeyi doğru
bulmadı. Nihâyet hırsını yenemeyen Vâli, onu kırbaçla
cezalandırmaya başladı. Hazreti ;mâm, her kırbaç
vuruluşunda: ''Yâ Rabbi! Onları affet. Çünkü onlar,
bilmiyorlar!'' diyordu. Bir müddet vurulunca, düşüp bayıldı!
Suyla ayılttıkları zaman: ''Şâhit olunuz! Ben hakkımı,
kırbaç vuranlara helâl ettim!'' buyurdu. Kendini eziyet edenlere,
bu derece merhâmetliydi. Olayı işiten Halife (Devlet başkanı),
çok kızdı. Hemen Vâliyi cezâlandırmak için, İmâm
Mâlik'ten izin istedi. O da buyurdu ki: ''Kat'iyyen olmaz! Ben, onu
affettim.'' Bir âlim şu rüyâsını anlattı: ''Gece rüyâda,
Resûlullah Efendimizi gördüm. Mescidde, ayakta duruyorlardı.
İmâm Mâlik de yanındaydı! Sevgili peygamberimiz önündeki
misk kabından avuç avuç misk alıyor ve Mâlik hazretlerine
veriyordu. O da, mescidde bulunanlara dağıtıyordu!'' Sonra
o âlim rüyâsını: ''İmâm Mâlik'in ilimdeki üstünlüğü
ve sünnet-i seniyyeye bağlılığıyla'' yorumladı.
Halife Hârun Reşid, bir def'a kendisine dedi ki: ''Yâ İmâm!
Senin Muvattâ adlı kitabını ve diğer eserlerini çoğaltıp;
bütün İslâm diyârlarına göndereceğim. Herkesin,
bunlara uymasını ve senin mezhebinde olmasını
emr'edeceğim!
O zaman Hazreti İmâm, şöyle cevap verdi: ''Yâ, Emire'l-Mü'minin!
Hadis-i şerifte: ''Ümmetimin âlimlerinin ihtilâfı, rahmettir''
buyuruldu. Müslümanları bu rahmetten mahrûm etmeyiniz! Çünkü âlimlerin
ihtilâfı; müslümanlar için rahmet (ve kolaylık) sağlar.''
Halife böylece, arzusundan vazgeçti. Sonra da, şu ricâda bulundu:
''Yâ İmâm! Acaba ricâ etsem! Hergün sarayı teşrif edip,
benim çocuklara ders vermek lütfûnda bulunur musunuz?'' Hazreti İmâm
tebessümle: ''Allahü teâlâ sizi aziz etsin! Siz şâyet ilmi, aziz
ederseniz; aziz olursunuz. Zelil ederseniz; zelil olursunuz! Münâsibi
odur ki; ilim bir kimsenin ayağına gitmez. Fakat tâlibleri;
ilmin yanına gelirler!'' buyurdu. Halife özür diledi. Sonra da çocuklarını
hergün; onun evine gönderip, ders aldırdı.
İmâm Mâlik bin Enes hazretleri 795 (179h) yılında
Medine-i münevverede vefât eyledi. (Rahmetûllâhi aleyh)
|